Yazmak mı, Susmak mı …

 Edebi eserlerin, derin acılarla yoğrulmuş olduğunu,  içindeki  yaşanmıslıkların, hissiyatlarin inceliğinini anladığım da,yazmanın ne kadar zor  bir iş olduğunu bir kere daha idrak ettim.Yazı yazmak, güzel bir konferans konuşmasına ya da ders anlatmaya benzemez, ve önceden hazırlanmış bir metne bağlı kalıp insanlar önünde okumak, konuşmak, etkili bir yol olsa da,derin hissiyatın, incelikle  süzülmesi akabinde yazılmış bir roman gibi etkili olmadığını düşünüyorum. Mesela Suç ve Ceza romanındaki ana karakter Raskolnikov’un çektiği vicdan azabını kim unutabilir ki; o nasıl bir ızdıraptır , insanın o ızdırabı hissetmemesi ve unutması mümkün mü ?





Bu yüzden edebiyat ve edebi eserler, yazar ve şairlerin içinde yaşadıkları dönemin resmini çizmekte ve toplumun göremedikleri ayrıntıları en ince şekilde bize sunarlar. Aynı şekilde problemleri tıpkı bir babanın evladını kaybettiği anda içinde yasadığı haykırışa benzetirim.

 Yazılan eserlerde acı, gözyaşı, çığlık, toplumun dertleri ve yaşanmışlıklar mevcut; mesela Adolf Hitlerin zulmü Stefen Zweing’e hayatın bütün acımasızlığını iliklerine kadar hissettirmişti. Ve Ona ; “Bütün yalnızlıklar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnız “ dedirtmişti. Bu büyük yazarın Nazilere karşı özgürlük haykırışıydı ve kendi toplumun da sesi olmuştu. Nazım’ın ,sürgünde yazdığı şiirlerinde, düsüncelerinin bedelini nasıl ödediğini görürüz. Sabahattin Ali’nin içinde yaşadığı dönemin vahameti hayatına mal olmadı mı ?  bedel ödemeden  ,acıyı hissetmeden yazmak kolay değildir.

Tarih boyunca binlerce eser kaleme alındı. Dindarlar tanrıyı, felsefeciler varoluşu,şairler aşkı ,siyasiler politikayi kaleme aldı. Hepsinin ortak  yönleri vardı.Fikirlerine ,hislerine ,arayışlarına, misafir bulmak, aman Allahım elime aldığım her kitapta birilerinin zihin dunyasına  misafir olmak,  onları anlamaya çalışmak o karmaşık ifadeler içerisinde çırpınmak ne zor geliyor , hele bazı kitaplarda hayatlarının hiç bir evresinde kendilerini yeterince sözlü ifade edememiş insanların acıklı hikayelerini okuduğumda nasıl bir ruh haletine bürünürüm . Mesela Kafka’nın babasına karşı olan hissiyatını acaba hiç yüzüne karşı ifade etmişmidir ? peki yalnızlığını, içinde yaşadığı  çevresiyle paylaşabildi mi ? nihayetinde anlaşılmamazlığın getirdiği ızdırabı  ‘Dönüşüm’ romanında ilmik ilmik topluma karşı serzenişlerinde bütün çıplaklığıyla görmek mümkün .

Biz de  biraz öyle değil miyiz ?.Hayatımızın hangi evresinde özgürce düsüncelerimizi ifade edebildik. Gizlediğimiz, sakındığımız,  korktuğumuz bir cok şey oldu , birileri haberdar olur endişesiyle hep ürkek titrek hislerle hareket etmedik mi ? Oysa üstbenliğimizden sıyrıldığımızda ,toplumun yazılı olmayan kurallarından azad olduğumuzda , kendimizi ne kadar yalın ve özgürce ifade edebiliyoruz..

Bu sebeple benim gibi kendini sözlü olarak kolay ve özgürce ifade edemeyen insanların sığındığı bir limandir  yazma mecrası.

Bundan dolayı yazmak ve okumak, his ve duygu düsünce dunyamıza yakın gördüğümüz eserleri ele almak ilk adımdır.  Eserlerle ilgili düşünceleri kişilerle paylaşmak ve eleştirel değerlendirme yapmak diğer bir aşamadır. Sabahattin Ali’nin ifade ettiği gibi ‘Bir kitabi okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düsünür ve yeis içinde kalırdım. ‘ Ne güzel ifadeler, keşke bedeni ihtiyaçlarımızı gidermedeki gayretimizin, hiç değilse bir kısmını his ve düsünce dünyamızdaki boşlukları , okumak ve yazma ile giderebilseydik. İnsanlardaki hissizliğin, vurdumduymazlığın ,hoyratlığın,bencilliğin giderilmesi  belki bit nebze de olsa  mümkün olurdu.

Aslında, bir ağacın altında verdiğimiz kısa mola gibidir uğruna sonsuz yaşayacakmışız gibi hırslandığımız , türlü türlü ihtiraslara  boğulduğumuz, uğruna savaştığımız bu hayat, belki yetecekti bir fincan kahve  bir kitap, birde sevdiklerin bu kısa hayat yolculuğun da …

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar