YARGI REFORMUNA HAKİMLERİN BAĞIMSIZLIĞI SORUNSALIYLA BAKMAK
GİRİŞ
Cumhuriyet tarihinin pek çok evresinde ülkemizde ki adalet sisteminin iyileştirilmesi amaçlanarak reformlar gerçekleştirildi. Peki bu reformlar gerçekten ülkemizin adalet sistemini geliştirdi mi iyi yönde mi etkiledi yargıyı yoksa çıkmazlara felaketlere mi sürükledi ?
Bu konu da her iki taraftan da bakılarak pek çok argüman ileri sürülebilir.Ama biz yazımızda tarafsız bir şekilde tüm argümanları ele alarak ve siyasetin gölgesinden sıyrılarak konuyu inceleyeceğiz. Latincede '' bir şeye yeniden şekil verme'' anlamına gelen reformare ve reformatio ve kelimelerinden türer reform ve reformasyon kavramları.Yargı reformu kelimesine baktığımızda yargı reformundan var olan bir yargının olduğunu ve bunun yeniden şekillendirilmesini kavramamız gerektiğini anlarız.İşte bu anlam bizim başlangıç noktamız olacaktır.YARGI REFORMUNDA ÖNE SÜRÜLEN ÖNEMLİ VAATLER
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının bazı alt mahkemelerce uygulanmayışı sistemde teknik arızalara yol açmaktadır.Örneğin ; A adlı Türk Vatandaşı alt mahkemece tutuklanmış olsun.Vatandaş A bu tutuklama tedbiri yerine hakkında beraat kararı verilmesini isteyerek Anayasa mahkemesine başvurabilir.Ama nasıl iç hukuk yollarını tüketerek.Peki Anayasa Mahkemesi A nın bir özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar verirse bu durumda A nın aldığı karar bağlayıcı olacaktır.Çünkü Anayasanın 153.Maddesinde Anayasa Mahkemesinin kararlarının bağlayıcı olduğu vurgulanmıştır.Peki alt mahkemenin bu karara Anayasa Mahkemesi kararlarına ilişkin bir kanunun gerekçesine veya doğrudan kanunu yanlış yorumlayarak karara direnme hakkı var mıdır ?Hayır yoktur.A nın hakkında yararına aldığı karar bağlayıcıdır.İşte uygulama da alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi Görevleri ve Yetkileri Hakkında Özel İşleyişi Kanununun bir maddesini veya sistematiği yanlış yorumlayarak karara uymaması uygulamada teknik aksaklıklara yol açmaktadır.Peki bu durumun düzeltilmesinin çaresi kanuna veya Anayasaya net ifadeler yazmak mıdır ? Hayır Hakimlerin özgürce karar verebileceği net bir ortam yaratarak Hakimlerin Bağımsızlığını sağlamaktır.
Tutuklama tedbirinin varsayılan nedenlerin dışına çıkılarak ölçüsüzce( varılan amaçla elde edilen yarar arasında denge kurulmaması) uygulanması uygulamada hak kayıplarına yol açmakta ve bireylerin adalete olan güveninin sarsılmasına yol açmaktadır.Örneğin tutuklama nedenleri kanunda sınırlı tahdidi olarak sayılmıştır.Şüphelinin kaçma saklanma ve kaçma şüphesinin bulunduran somut olguların varlığı ve delilleri karartma şüphesinin bulunması ya da özel olarak kanunda belirtilen hallerin olması.Ölçülülük ise bir kişiyi şüphelinin tutuklanması söz konusu değilken daha ağır bir tedbir olan tutuklama tedbirinin öngürülmesi sonucu ortaya çıkar.Tutuklamanın ölçülü bir şekilde uygulanması gerektiği hususunu bakınız Prof.Dr .Bahri Öztürk Nasıl açıklıyor ; '' Bir taraftan sanığın kişi özgürlüğü diğer taraftan olayın önemi ve beklenen ceza karşılıklı olarak tartılmalıdır.İşte bazı yargı görevlilerin tutuklama tedbirinin altında yatan temel felsefeyi yok sayıp özel kanun hükümlerine göre karar vermesi uygulama ile teori arasında farklar yaratmaktadır.Elbette özel kanun hükümleri genel hükümlere göre öncelikli olarak uygulanır.Burada anlatmak istediğim bireyin hayatını lekelenmeme hakkını son derece etkileyen bu tedbirin adaletin kılıcı gibi vatandaşların üzerinde sallanmaması ölçülü bir şekilde uygulanmasıdır.Önceki yıllarda ki bir gazete haberine göre (BBC TÜRKÇE )Avrupa konseyi tutuklama tedbirinin en çok uygulandığı ülkelerden birinin de Türkiye olduğunu açıklamıştır.
İfade özgürlüğündeki teori ile uygulama arasında farklılıkların giderilmesinin uygulamadan kaynaklı sorunlar olduğu söylenmektedir.Bu iddiayı ele almak için önce ifade özgürlüğünün ne olduğunu açıklamak gerekir.Anayasamızın 25.Maddesine göre '' Herkes düşünce kanaat hürriyetine sahiptir.'' İfade özgürlüğü sadece masum düşünceler için değil bizleri korkutan şoke eden ifadeler içinde geçerlidir.Ancak bireye tanınan bu özgürlüğün sınırı hakaret ve nefret söylemidir.Ülkemiz Türkiye AİHM 2015 de en çok ifade özgürlüğü konusunda aleyhine karar verilen ,basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 154.sıradadır.Anayasadaki açık hükme rağmen özel kanunlarla ifade özgürlüğünün sınırlanması ve uygulamada bu sınırlamanın üstünde toplumda yaşayan bireylerin sınırlamayla kalkışması bu özgürlükle ilgili olan sınırlamayla ilgili olan sorunun uygulamadan kaynaklı olduğunu bizlere göstermektedir.Bu sorunun çözümü ise uygulamada ki farklılıkların giderilmesinden ve en önemlisi hakimlerin bağımsızlığını sağlamaktan geçmektedir.
KALICI VE GERÇEKÇİ BİR ÇÖZÜM OLARAK HAKİMLERİN BAĞIMSIZLIĞI
Bangolar yargı etiği ilkeleri ve Anayasanın 138 ,139 ve 140 ncı maddelerinde karşımıza çıkan hakimlerin bağımsızlığı sadece kitaplarda değil uygulamada da varolmalıdır.Gerçek yargı reformunu sağlamanın yolu hakimlerin özgürce bağımsızca karar verebilmelerinden geçmektedir.Karşısına hangi görüşten insan çıkarsa çıksın Themisin heykelinde olduğu gibi gözleri kapalı bir şekilde karar verebilmelerinden geçer.Peki nedir hakimlerin bağımsızlığı ve uygulamada niçin var olmalıdır ?Hakimlerin kimseden emir ve talimat almaması anlamına gelir hakimlerin bağımsızlığı .Hakim bir davada siyasilerin baskılarına boyun eğiyorsa o ülkede adalet sağlanamamış demektir.Anayasanın 9.Maddesinde yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız bir şekilde hakimler ve savcılar tarafından kullanılacağı ifade edilmiştir.İşte gerçek reform hakimlerin bağımsızlığını sağlamaktan geçer.Öte yandan hakimlerin bağımsızlığı basın ( örneğin gazete baskısı ,sosyal medya baskısı) ve halkın baskısına karşıda korunmuştur.Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında ülkemiz Türkiye aleyhine ihlal kararı vermektedir.Hukuk Dünyasında Uygulama ile teori arasında farklılıkların giderilmesi hakimlerin bağımsızlığının korunabilmesi açısından bir çaredir.



Yorumlar
Yorum Gönder