RUPEN
I. BÖLÜM
İçinde bulunduğumuz toplumsal hayatın, karmaşık, acımasız ve akıl dışı amaçlarına bak;
nasılda her yanımızı kusatmış kısır döngü içerisinde döndürüyor bizi. Sanki verilmiş bu kısa ömrü bu döngüler icin
harcamaya geldik. Ben açıkcası toplumun ve sistemlerin dayattığı bu toplumsal
normları red ediyor ve kabul etmek istemiyorum.
Yaşadığımız hayatın
modern kölelikten başka birşey olmadığını düşünüyor ve beşerin tabiatına
yapılmış en büyük soykırım olarak görüyorum; diyerek serzenişte bulundu Rupen .
Arkadaşları bu manasız ve felsefik isyani sürekli duydukları için çokta
umursamadılar Rupen‘i, onlara göre hayatın işleyişi bu şekilde oluyordu dünya
huzur ve adilce yaşama yeri değildi burası imtihan yeriydi önemli olan öbür
tarafı kazanma idi, gariban Anadolu insanının kendini avutmanın en kestirme yolunu
bulmuştu ya da düşünmemenin en güzel bahanesiydi, çünkü düşünmek ciddi bir
eylemdir ve bedeli ağırdır. Hayatı sorgulamadan yaşamak yaşamın en kolay
yoludur. Bu gençlerin hayatları zor şartlar içinde büyüyen çocukluk süreci, devlet
okullarının bir türlü karar veremediği eğitim sisteminin içerisinde mecburi
eğitim ve klasik Türkiye toplumunun askerlik, evlenme ve iş bulma evresi, evet bu kadar,
Anadolu topraklarında varolma savaşı bundan ibaret.
Bir sonbahar akşamıydı hava insanın teninin üzerine hafif yazdan kalma hoş bir
esinti bırakıyordu.
Dört yakın arkadaş bir araya gelip zar zor buldukları üç beş kuruş parayla
felekten bir gece çalacaklardı. Sahi felekten bir gece mi çalacaklardı yoksa
bahşedilmiş bu kısa hayattan bir günün bitimini mi yolcu edeceklerdi orasını
bilemeyeceğim ama bu delikanlı gençler hayatın manasızlığı içerisinde
kendilerine soluk olacak bir kaçamak düzenlemişlerdi. Güya o
bilinmez gelecek için
içip iyice sarhoş
olduktan sonra yıldızlar kadar uzak olan o tatlı hayallere dalacaklardı.
Ah şu hayallerde olmasa hiç çekilmez bu topraklar. Gençler çocukluktan beri iyi
arkadaşlardı
sosyoekonomik statüleri ortalama aynıydı hepsinin aileleri Anadolu‘nun farklı
topraklarından dünyanın en köklü medeniyetlerine ev sahipliği yapmış Helenistik
ve Roma İmparatorluğu dönemin en gözde şehirlerinden İzmir’e daha güzel bir hayat için yaşam savaşını
vermeye gelmişlerdi.
Oysa büyük umutlarla geldikleri İzmir geçmişe dair en küçük bir iz dahi
taşımıyordu. Artık bir zamanlar farklı kültürlerin, yaşam tarzlarının, farklı
inançların binlerce yıl bir arada barış içinde yaşadığı bir hoşgörü şehri ve
kavimlerin kapısı olan İzmir şimdi ne o ihtişamlı medeniyetler ne de felsefe, edebiyatın
izlerini taşıyordu.
Acaba büyük İskender
şimdi ki İzmir‘i
görse ne derdi?
Rupen; uzun boylu, esmer tenli, zeytin gibi simsiyah gözleri olan
zayıf, içine kapanık, arkadaşları arasında sevilen fikirlerine değer verilen
biriydi. Lise son sınıf öğrencisi olan Rupen derslerinde çok başarılı, çoğu
öğretmen tarafından sevilen ve yüksek notlar alan saygılı bir öğrenciydi. Tarih
dersi veren Kemal öğretmen dışında, okulla arası iyiydi aslında Tarih sınavlarında
yüksek puan almasına rağmen öğretmeni tarafından bir türlü sevilmiyordu.
Sebebini bir türlü anlamış değildi.
Uzun zamandır planladıkları hayata meydan okuma sofrasını nihayet
haftasonları sanayide
çıraklıktan aldıkları bahşişlerle ayarlamışlardı. Bir cumartesi günüydü
sahilde küçük balıkçı restorantı olan mahallenin abisi Rıfat‘ın mekanına gittiler. Rıfat
abi de o mahalledendi gençlere güzel bir masa ayarlamıştı masada nefis kokan
mezeler, taze balık, rakı ve bir de kırmızı şarap açmıştı, gençler masayı
görünce mutluluktan ellerini birbirine oyuşturarak gülümsediler keyiflerine
diyecek yoktu ancak Rupen de bir hal vardı bu akşam kontrol edemediği korkunç
düşüncelerden bir türlü kurtulamıyordu. Öyle görünüyordu ki Babil‘in asma
bahçelerindeki üzümlerin şarabı bile Rupen‘i bu gece sarhoş edemeyecekti içindeki dipsiz karanlığı
aydınlatacak ne bir kutsal metin ne de sihirli sözcükler vardı. O kadar
kızgındı ki sanki Zeus yeryüzüne inmiş her yeri yerle bir edecek gibi bir ruh haline bürünmüştü.
Arkadaşlarından sınıf arkadaşı Zeki bu olağandışı durumu farkına vardı ve
birşeylerin yolunda gitmediğini sezdi ve dayanamayarak sordu.
Rupen bu meseleyi
açmak istemedi ve hiçbirşey demedi. Meselenin aslı bugün evden çıkarken üvey annesi kendisini
istemediğini ve biran önce evden gitmesini istemesiydi Rupen‘in babası Hamdi‘yi
sıkıştırıyordu bu mesele için. Babasının hiçbirşey dememesi onda büyük bir
yıkıma sebebiyet vermişti, acaba babam beni artık istemiyor mu; ya gitmemi
isterse o zaman ne yapacağım diye içinden geçiriyordu sonra arkadaşlarının ona
baktığını görünce başını sallayarak birşeyim yok diyerek bu olayı arkadaşlarına
anlatma gereği duymadı. Babası Hamdi Ermeni asıllı idi dedeleri Ermeni
tehcirinde Maraş‘ta komşuları sayesinde saklanmış ve gitmemişlerdi. Zaanatkar
olan ailesinin maddi durumu iyiydi ancak büyük bir kısmına el konulmuştu o
dönemde. Sağolsun Türk komşuları iyi insanlarmış ve birbirlerine karşı çok
merhametli ve saygılılarmış komşuları devletin çıkardıkları kanunları dinlememiş Ermeni
komşularına sahip çıkmışlardı bu dostluk ve iyi komşuluk sayesinde hayatta
kalabilmişlerdi daha sonra isimlerini değiştirerek ve Kürt olduğunu söyleyerek
hayatlarına devam etmişlerdi, zamanla çoğu akrabası ölmüştü. Hamdi’nin gerçek
ismi Anuşavan dı. Orta boylu saçları seyrelmiş, iri ufaklı yüz hatları
çok çalışmaktan
kurumuş topraklardaki çatlaklıklar gibiydi. Bir fabrikada usta olarak uzun
zamandan beri çalışıyordu.
Evlendikten sonra Maraş‘tan İzmire taşınmışlar ve ilk gözbebeği olan yavrusuna
toplumun baskılarını ve ötekileştirmesini göze alarak babasının anısına saygı
olarak, ismini çocuğuna vermişti nitekim bunun bedelini de bazen ödüyordu.
Rupen 5 yaşındayken annesini
kanser hastalığından kaybetmişti, zavallı kadıncağız çok acı çekmiş ve bu
hastalığa 10 sene direnebilmişti. Hayatın bu acımasız serüveninde çocuğunu ve
eşini yalnız bırakıp bilinmezliğe doğru yol almıştı. Babası iki odalı bir evde
Rupen‘ine hem annelik hemde babalık etmisti. Kış gecelerini hep annesini
sayıklayarak ve ağlayarak geçirmis olan Rupen kışların ne kadar uzun ve
unutulmaz derin izler taşıdığını cok iyi biliyordu. O yüzden kışları sevmezdi,
Rupen 10 yaşına geldiğinde babası, karşı komşuları olan kendileri gibi göçmen
Ahmet beyin evde kalmış kızı Sabiha ile evlenmiş.
Ahmet bey 67 yaşında ticaretle uğraşan
iki kız çocuğu babasıydı. Mahalleli tarafından saygı duyulan sözlerine kulak asılıp dinlenen biridir. Yaşadıkları zulümlerden
dolayı insanları iyi ve kötü diye iki gruba ayırmış insanları dinlerine,
milletlerine diğer farklılıklarına göre asla önyargı ile yaklaşmamış. Ahmet bey
1984-1989 yılları arasında Bulgaristan‘dan Türkler‘e yönelik uyguladığı
asimilasyon politikasindan kaçan yaklaşık 350 bin aileden biridir. Hayatı çok
çileli hikayelerle dolu olan Ahmet bey, gözleri önünde çoğu aile efradı
öldürülmüş zorunlu bir göçe maruz kalmış ve bu göç esnasında kız kardeşinin Tuna
nehrinin sularında kaybolduğuna şahit olmuştu. Sonrasında İstanbul’a gelmiş hayatın
büyük bir kısmını hayatta kalma ve insan onuruna yakışır bir şekilde hayatını idame
etmekti. Zamanında İstanbul‘un zorlu ve acımasız hayatından kaçarak
ailesiyle birlikte
İzmir‘in Kadifekale semtine yerlesmiş. Eşi Fatma hanım kendi halinde kimsenin
etlisine sütlüsüne karışmayan hayatın zorlukları omuzlarına çökmüş artık
hiçbirşeye şaşırmayan ölümü bekleyen kendi halinde biridir, diger küçük kızı
evli ve İstanbul
da yaşamaktadır. 43 yaşına varmış olan Sabiha nihayetinde evde kalma sıfatını
üstünden atmış mahalleli kadınlara evlendiği için hava atan kısa boylu, kumral,
su aygırı burnunu andıran geniş delikli koca burunlu tıknaz biridir bugüne kadar
evlenmemesinin sebebi güya taliplerini beğenememesiymiş oysa gerçeği dış
görünüşü insanın bir daha görmek istemeyeceği kadar tuhaf olmasıdır. Mahalleli
tarafından da çokta
sevilen biri değildir ancak annesinin komşularla olan iyi ilişkileri sayesinde
kimse birşey demiyor. Mahallede dedikodu yapmayı çok sevdiği için Sabiha çoğu
zaman onlar için ayaklı gazete gibiydi. Hamdi ile evlilikten sonra komşuları
çoğu zaman kendi aralarında bir Ermeni ile nasıl evlenir diye uzunca
dedikodusunu yapıyorlardı ve bir Müslümanın bir gavurla evlenmesi direk
cehenneme bile gidebilirmiş gibi şeyler konuşurlardı.Hatta Ahmet beyi çok
eleştirmişlerdi ancak Ahmet bey içinde yaşadığı toplumun kokuşmuş ahlaki
değerlerini çok iyi bildiği için aldırış etmiyordu her zaman inandığı doğrular
peşinden gitmeye yeğliyordu.


Yorumlar
Yorum Gönder