Eylül
İnsan farkına varmadan öyle bir yaş alıyor ki, hayatın
acımasız ve soğuk gerçekleri olmazsa hiç durmayacakmış gibi devam edeceğiz.
Şuursuzca geçirdiğimiz her anın, içindeki çoğu güzelliği farkına varmadan geçiriyoruz. Ruhtaki sonsuzluk hissi, kendisini, sınırlı
olan dünya hayatı içerisinde yok edercesine hırpalıyor. Bir atın
yorgunluk hissini bilmeyip çatlayana kadar koşması gibi.
Var olan çoğu güzelliklere dokunmadan,
yaşayamadan, bir kelebek misali dünya hayatına küçük bir buseyle veda ediyoruz.
Sona doğru yaklaşan çoğu insanın
düşüncelerine baktığınızda, kocaman hayal kırıklıkları ve pişmanlıklarla dolu.
Başlangıcı, ortası ve sonu hayal kırıklıklar ve pişmanlıklarla dolu bir serüven.
Arthur Schopenhauer’a göre, Hayatın Anlamı: “Ne doymaz bir varlıktır insan!” Hayatın en büyük üç saadetini, yani sağlık, gençlik ve özgürlüğü fark etmeyiz, çünkü onlar da (bir şeyin bizatihi varlığı değil) “yokluk”u halidir. der.
Hayat ne diye sorarsanız; eksiklik derim. Her insan bir
koşturmanın arkasına takılıp içindeki boşluğu doldurma peşinde ama ne yazık ki
dibi delik bir kova misali ne kadar çabalarsan o eksiklik kapanmayacak.
Yılın kuşkusuz en romantik ve hüzünlü ayına girmiş bulunmaktayız.
Eylül bana hep buhranlı ve soğuk gelmiştir. Onca güzelliğin bir sonu olduğunu
ve bir gün o güzelliklerin toprakla bütünleşeceğini, her yıl haykırırcasına
söylüyor resmen. Her eylül bir Tanrı gibi, insanlara toprağın sonsuz kudretinini
gösteriyor. Ebedi gücün kendisinde olduğunu
ve dönüşün ona olacağını söylüyor.
Aynanın karşısında saçınızdaki ilk beyazlar, tıpkı
sonbaharın kışa doğru yol alan günlerinde, dağların tepelerine yağan kar
taneleri gibi, insanın içine soğuk bir esinti bırakıyor. Sanki düşmanla göz
göze gelmiş gibi soğuk bir titreme alır vücudunuz. Ve kalbinizin hızlı
atışlarını, ağzınızdan fırlayacak gibi hissedersiniz. Bu yeni misafire alışmak
kolay gibi görünmüyor.
Artık kış mevsiminin kapıda olduğunu görüyor ve kışın o
keskin soğuğu, yazdan kalan güneşe meydan okuduğuna şahit oluyorsunuz. Bu tehditkâr
soğuğa ilk yaprak döken çınar ağaçları, tıpkı bir askerin büyük bir ordu
karşısında silahını yere bırakması gibi. Çaresizliğine yenik düşmüş, utangaç
bir nidayla pes ediyor.
O güzellikler artık ayaklar altında son nefeslerini vermeyi bekler.
Kendinizi
dar ve ağaçlı sokaklara atıp, insanı sarhoş edecek kadar güzel olan, yazın o
görkemli yapraklarını ayağınızın altında farklı renklere bürünmüş şekilde
üstüne basarak yürürsünüz.
Beyaz ölüme hoş geldin nidaları yükseliyor her düşen yaprakta. Ağaçların
yapraksız hali, başında saç kalmamış, göz etraflarının kırıştığı, belinin büküldüğü
ihtiyar insanları andırıyor.
İçim ürperiyor.
Bu dar sokaklarda,
Toyluğum aklıma geliyor.
Amansızca yaşadığım zamanlar da,
Ölüm sarmış, her tarafımı.
Bu sonbahar akşamında.
İnsan ister ki ömrüne eylül gelmeden baharın hakkını vererek geçirsin.
Başkasının bahçesine değil, kendi bahçesindeki çiçekleri sulasın. Yoksa eylül
kapıya dayandı mı değil çiçek, dikeni temizlemek için vakit geç olacak.



Yorumlar
Yorum Gönder