Modası Geçmiş İnsanların Kasabası

 "Tanrı'nın hikayesi şöyle başladı: 'Ben, sizi (insan oğulları) yarattım ve sizi imtihan etmek amacıyla bu dünyayı var ettim. Burası, engellerle ve acılarla dolu bir yer olacak; ruhunuz, farklı şekillerde ıstıraplara ve zorluklara uğrayacak. Ancak eğer bu dünyada kalmayı başarır ve sonunda bana geri dönerseniz, sizi mükâfatlandıracağım.' İnsanlığın kabul ettiği kutsal kitaplarda Tanrı, insanlara işte bu şekilde bilgilendirme mesajları göndermiştir."

 

"Bundan sonra Tanrı, İbrahim’i test etmek için ona bir sınav sundu. 'İbrahim!' diye seslendi. İbrahim, 'Buradayım' diye yanıtladı. Tanrı dedi ki: 'Sevdiğin oğlu, İshak’ı al, Moria Dağı'na git ve onu orada bana kurban olarak sun.'" (Tevrat).

 

"Simun, Simun! Şeytan sizleri sarsmak için izin istedi. Ama ben senin için dua ettim, inancın sarsılmasın diye. Sen dönüş yapınca, kardeşlerini güçlendir." (Incil).

 

"Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele." (Kuran).

 

Budizm'e göre, insan hayatı ıstırap ve sınavlarla doludur (dukkha). Bu ıstırapları aşmak için, kişinin arzularını ve bağlarını aşması, yaşamın geçici doğasını anlaması ve aydınlanmaya ulaşması gerekir.  (Dört Yüce Gerçek (Four Noble Truths)).

 

 

İşte bu kasaba, Tanrı’nın hikayesinin tersine, insanın karanlık duygularından arınıp, insanlık için yazılmış o kadim hikayeyi reddedip kendi yolunu çizenlerin hikayesidir. Burada, acı ve ıstırabın, bencillik ve kıskanclığın izleri silinmiş; daha sade, daha pak bir yaşam arzusuyla yola çıkmışların öyküsü yaşanır.


Modası geçmiş insanların kasabası, geçmişin derinliklerinden gelen, modern dünyanın karmaşasından kaçan ve tarihsel hatalardan ders çıkaran bir topluluğun yaşadığı bir yerdi. Bu kasaba, dışarıdan bakıldığında, zamanın çok öncesine ait bir yer gibi görünüyordu. İnsanlar, günlük yaşamlarında modern dünyanın hiçbir izini taşımıyor, eski zamanlardan kalmış geleneklere sıkı sıkıya bağlıydılar. Kasaba halkının yaşam tarzı, giyim kuşamları, düşünce biçimleri ve iletişim şekilleri, modern insanın gözünde adeta bir tiyatro sahnesindeki oyun gibi tuhaf ve yabancıydı. Her şey, başka bir zaman diliminde var olmuş gibiydi.



Bu kasaba, dış dünyadan kaçan bir grup insanın, insanlık tarihinin hatalarından ders alıp yeniden bir medeniyet inşa etmeyi amaçladıkları bir yerdi. Ormanın derinliklerinde, kendi kurallarını ve yasalarını yazmışlardı ve bunlara katı bir şekilde uyuyorlardı. Kasaba, adeta bir deney alanı gibi, geçmişin hatalarını tekrar etmemek için kurdukları bir simgeydi. İnsanlar burada, kendi yaşamlarını yeniden şekillendirerek, geçmişin değerlerini yeniden canlandırmaya çalışıyorlardı.

                Bir gün, yolunu kaybetmiş bir gezgin kasabaya geldi. Dışarıdan bakıldığında, burada her şey garip ve anlaşılmaz görünüyordu. Ancak gezgin, kasaba halkının yaşam biçiminden bir şeyler öğrenebileceğini hissediyordu. Kasaba halkı, birbirleriyle konuşmak yerine düşüncelerini yaşamlarının her anına katmaya özen gösteriyordu. O kadar farklı bir yerdi ki, gezgin burada kalabilmek için kasabanın kurallarına uyacağını kabul etmisti. Zaten kasabanın kurallarına uymadan burada kalmak mümkün değildi.

Gezgin, kasabanın kurallarını ve yaşam tarzını daha iyi anlayabilmek için adım adım kasaba halkının hayatına dâhil olmaya başladı. İlk olarak, fabrikasyon giysilerini değiştirmeye karar verdi. Çünkü kasaba halkı, dış dünyadan gelen her türlü modern öğeyi reddediyor ve eski zamanların yaşam biçimlerine sadık kalıyordu. Giysi değiştirmek, kasaba halkına uyum sağlama çabalarının ilk adımıydı.

               Kasaba, görsel düşünmeyi teşvik etmek için her köşe ve sokağını yazılarla donatmıştı. Yazılar, kasaba halkının sürekli olarak düşünmelerine yardımcı olmak amacıyla yerleştirilmişti. Her yazı, insanların üzerinde düşünmesi için dikkatle yazılmıştı. Konuşmanın ve dilin bir amacı yoktu burada. Çünkü kasaba halkı, ağzı ve dili yalnızca yemek yemek için kullandıklarına inanıyordu. Konuşmak, düşüncesiz bir şekilde yapılırsa, büyük bir günah sayılıyordu. Bu yüzden kasaba halkı konuşmaktan kaçınıyor ve derin düşüncelerle dolu bir yaşam sürmeye özen gösteriyordu.

Gezgin, bu kasabada kalmaya devam ettikçe, buradaki yaşam biçiminin ne kadar derin ve anlamlı olduğunu fark etmeye başladı. Kasaba halkı, kelimelerden ziyade düşüncelerle iletişim kuruyor, her hareket ve davranışlarıyla kendi iç dünyalarını yansıtıyorlardı. Bu kasaba, geçmişin değerlerini yaşatmak ve insanlık tarihinin hatalarından kaçınmak isteyenlerin kurduğu bir yerdi. Düşünmenin ve kendini doğru şekilde ifade etmenin ne kadar önemli olduğunu, gezgin kasabada geçirdiği zamanla daha iyi kavramaya calisiyordu. Gezginin ilk gözüne çarpan yazılardan birinde şöyle yazıyordu: "Hakikat olan Esastır, o yüzden Usule çok dikkat et." Yazıların bu kadar etkili ve düşündürücü olması, gezginde bir silkelenmeye sebep olmuştu. Oysa geldiği dünyada ağzı olan konuşuyordu.

Gezgin, burada bir yöneticinin olup olmadığını ve nasıl işlediğini anlamak için kasabayı gezmeye başladı. Buradaki toplumsal yapıda roller farklıydı. Öncelikle hiyerarşi sistemi yoktu; herkes eşit bir şekilde toplumsal yapıda rol alıyor ve sistem daha çok döngüsel şekilde ilerliyordu. Alınacak bütün kararlar kolektif bir şekilde alınıyordu. Aile kavramı da, modern dünyaya göre çok farklı şekildeydi. Biyolojik bağlardan çok, bireylerin ruhsal uyumu esas alınıyordu. Zaman ve döngüsel yaşam da tamamen doğanın, mevsimlerin değişkenliğine göre şekillenirdi; tabiatın bir parçası olarak hareket ediyorlardı. Burada yaş kavramı da yoktu; insanlar yaşlarına göre sınıflandırılmaz, yeteneklerine, öğrenme aşamalarına, düşünce derinliklerine, hayatı algılama biçimlerine göre aşama aşama tanımlanırlardı.

Gezgin, merak ve heyecanla izlemeye ve öğrenmeye devam ediyordu. Bu sessiz ve sakin insanların alışveriş, yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını nasıl giderdiklerini anlamak istiyordu. Bunun için kendisine tahsis edilmiş ağaçtan yapılmış sade ve güzel kulübesinden çıkarak bir şeyler satın almak istedi. Meydana doğru ilerlerken etrafına bakarak, pazara geldiğinde, insanların aynı sade ve sessizlikle alışverişlerini takas yöntemiyle yaptıklarını gördü. Pazardaki ürünler doğal, abartısız ve sadeydi. Burada herkes üretiyor ve ihtiyacı olduğu kadar alıp gidiyordu. Burada paranın olmadığını görünce şaşkınlık içinde derin düşüncelere daldı. Oysa geldiği dünyada para her şeydi. Tanrı'nın gücüne sahip olan para, bu kasabada karşılık bulmamıştı. Bütün savaşların sebebi, toplumlarda ekonomik buhranlar yüzünden yozlaşma ve bir sürü olayın arkasında yatan para, burada manasını ve gücünü kaybetmişti. Kafasında şimşekler çarpmaya başlayan gezgin, yaşadığı dünyanın içi boş değerlerle şekillendiğini düşünmeye başladı. Bu insanlara olan merakı daha da artmıştı, kafası karışık bir şekilde. Gözlerine uyku girmiyor, beynini sürekli düşünceler kaplıyordu. "Sanırım kasabanın atmosferi beni de içine çekti," diyerek tekrar düşünmeye başladı.

Sonra aklına geldiği çağda, insanların ruhlarındaki sonsuzluk hissini tatmin etmek için farklı inanç değerlerini yaratmış oldukları ve bu değerlerle kendilerini ölümden sonraki hayata hazırlamaya çalıştıkları. Acaba burada, insanlar ruhsal ve manevi dünyaları için neler yapıyorlar diye düşündü. Düşünürken aciktigini fark etti. Kendisiyle birlikte getirdiği kitaplarla takas ettiği sebze ve eti odun ateşinde pişirmeye başladı. "Sanırım hayatımda yediğim en güzel yemek," diyerek midesinde mutluluğu hissetti.

                 Evet, bu kasabada doğaya dayalı görsel ve sezgisel öğrenme, doğadaki her şeyin ruhu olduğuna inanma ve kendilerinin de o enerjinin bir parçası olduğuna inanmak yaygındı. Ateş etrafında oturup ruhlarının bir araya gelip güzellikler için düşünme ritüelleri yapıyorlardı. Gezgin, bu kasabada düşüncenin önemini ve insanların tabiatla bütünleşip hayatı sade ve sükunetle yaşadıklarını gözlemledi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar