Yaş Almak Değil, Olgunlaşmak
Yaptığım iş ve gezdiğim yerler sayesinde, farklı ülkelerden binlerce insanla tanışma imkânı buldum. Her birinden bir şeyler öğrendim. Zamanla şunu fark ettim: Hayat, sadece senin inancın, kültürün ya da yaşam tarzından ibaret değil. Kendi merkezinden çıkıp dairenin sadece bir parçası olduğunu anlamaya başladığında, gerçek var olmak o zaman başlıyor.
İnsanların farklı düşüncelerine, yaşam tarzlarına, inançlarına ve siyasi görüşlerine saygı duymam gerektiğini öğrendim. Çünkü herkesin hikâyesi, bakış açısı ve geçmişi farklı. Bu farkındalık, beni daha olgun ve anlayışlı biri olmam gerektiğini hissettirdi. Bazen olaylara ya da insanlara gereğinden fazla tepki verdiğim anlar oldu. Ancak bunu tecrübesizliğime verip, olgunlaşma yolunda atılmış adımlar olarak kabul ediyorum. Çünkü bazı şeyler sadece kitaplardan değil, yaşayarak öğreniliyor. Kitaplar teoriyi verir, ama hakikati zaman ve tecrübe öğretir. İnsanın “kâmil” seviyeye ulaşabilmesi; bilgi, zaman ve bu bilgiyi hayatta uygulayarak sindirmesinden geçer. Bu yüzden yaş almak sadece fizyolojik bir değişim değil, ruhsal ve zihinsel bir olgunlaşma sürecidir. Korkutucu olan yaşlanmak değil; yaş alıp da hâlâ düşünsel evrimini tamamlayamamaktır.
Maalesef dümdüz, kaba, bencil ve egoist insan topluluğu mevcut. Bu da diğer insanlar için işkence gibi geliyor. Bazen öyle absürt insanlarla karşılaşıyoruz ki, gecenin bir vakti -tıpkı şu an saatin 04:30 olması gibi- kalkıp bu yazıyı yazmama neden olabiliyorlar. Bir insan, yaptığı davranışın üzerine hiç düşünmeden nasıl hareket edebilir? Hele ki bu insanlar, kâmil insan olması gereken yaşta olduklarında... Diyorsun ki, “Bunca ömür yaşamışsın be kardeşim, bu dünya süresinin sonlarına yaklaşmışsın, hiç mi burun deliklerin sızlamamış?” Ama olmamış işte. Demek ki bazı insanların düşünce evrimi gelişmemiş.
Geçenlerde çalıştığım iş yerinde 60 yaşında bir tıp doktoru geldi. Gelen şahsın arkadaşlarını tanıdığım için, bu adamın Türkiye'den siyasi sebeplerle kaçtığını ve Almanya’ya iltica ettiğini biliyorum. Bu örneği vermemin nedeni, bir insanın olgunluk ve evrim sürecini tamamlaması için uygun şartların oluşmuş olduğunu göstermek. Çünkü yaşadığı olaylar ciddi ve üzerine düşünülmesi gereken şeyler. Bu da onun daha makul bir insan olması için bir fırsat. Stefan Zweig, Hitler olmasaydı belki de o güzel kitaplarını yazamayacaktı. Evet, bu evrimini tamamlamakta zorluk çeken misafir, yaşadığı bunca olay karşısında maalesef kör ve sağır kalmış gibi görünüyor.
Şahsın mekâna girdiği anı hatırlıyorum. Sanki zincirini koparmış, yıllarca kapalı kalmış bir yırtıcı gibiydi. En başta da söyledim; herkese karşı merhamet ve sevgiyle yaklaşmak en makbulüdür. Çünkü bizler, fırında pişmekte olan varlıklarız. Daha hamız; zaman ve olaylar bizim pişmemiz için gereken malzemelerdir. Bu düşünceyle şahsı yargılamadık. Ama sonra, pişmemiz için derecemiz yükseliyordu.
Şahsın bir cemaat mensubu olduğunu biliyordum. Bunu belirtmemin sebebi, ahlaki öğretilerinin olduğunu söylemeleri. Ancak davranışlarına baktığımızda, bu öğretilerin şahıs üzerinde çok etkili olmadığını görüyorduk. Bunca zaman içerisinde en temel insani değerleri bile öğrenememiş, içinde bulunduğu topluluk sayesinde kendine bir yer bulmuş bu insanın bilgi taşıyan bilgisayardan bir farkı görünmüyordu.
Olayın detayına girmeden durumu özetleyeyim: Üç günlük süreçte şahsın absürt istekleri ve kendinden çok emin tavırları rahatsız ediciydi. Yine de insani değerlerimizi kaybetmeden devam ettik. Sonra öğrendim ki, şahıs kendi egosunu bizim üzerimizden tatmin edemediği için iş yerinin sahibine beni şikâyet edip işten çıkarılmamı talep etmiş. 60 yaşlarında bir tıp doktorunun kendi ruhsal sağlığına çare bulamaması gerçekten düşündürücü. Düşünsel evrimini tamamlamadan hayatını tamamlayacak bir Homo sapiens olarak ayrılacak bu dünyadan.
Evet, maalesef etrafımızda bu tür insanların varlığı hep olacak. Ama bizim meseleye bakış açımız, düşünsel bir noktaya gelene kadar yaşadığımız olaylar bizim enerjimiz olacak. Marcus Aurelius'tan bir söz bırakarak yazımı burada bitireyim:
“Başkalarının seni nasıl gördüğüne takılma. Kendi içinde doğru olanı yap. İnsan, başkalarının fikirleriyle değil, kendi eylemleriyle değer kazanır.”
Çevremizdeki insanların düşünceleri, yargıları ya da beklentileri çoğu zaman bizi etkileyebilir. Onların gözünden nasıl göründüğümüzü düşünerek kararlar alabilir, adımlarımızı buna göre atabiliriz. Ama bu söz, asıl önemli olanın dışarıdan gelen sesler değil, içimizdeki doğrular olduğunu hatırlatır. Bu bilinç, kendi kararlarımızı verirken başkalarının onayını aramamamız, vicdanımızın sesini dinlememiz gerektiğini gösterir.
Unutmayalım ki insan, başkalarının onun hakkında ne düşündüğüyle değil, kendi eylemleriyle bir değer inşa eder. Yaptığımız her iş, attığımız her adım kişiliğimizin bir yansımasıdır. Bu nedenle, dış dünyanın gürültüsüne kapılmadan, kendi iç pusulamızı takip ederek gerçek potansiyelimize ulaşabileceğimiz bir yaşamın temellerini atabiliriz.


Yorumlar
Yorum Gönder