İnsanlığın Vahşet Karnesi

İnsan ırkının bir hayal kırıklığı olduğunu ve başka bir evrenden cezalandırılarak dünyaya atıldığını düşünenlerdenim. Tarihin her döneminde yaptıkları vahşetlerden bunu açıkça görebiliyoruz. İnsan, kendine haddinden fazla anlam yükleyip evrenin merkezindeymiş gibi davranıyor; yerin ve göğün içindeki her şeyin kendisine hizmet etmek için yaratıldığı düşüncesiyle tarihin farklı dönemlerinde karanlık ve vahşet dolu yıkımlar gerçekleştirmiştir ve hâlâ gerçekleştirmektedir.

Nietzsche’nin de ifade ettiği gibi, insanların çoğu “sürü zihniyeti” ile yaşamaktadır. Bu zihniyet, kendini yücelten ideolojiler —özellikle din— uydurarak aslında güç arzusunu maskelemektedir. Bu maskeler altında insanlık, kendi kurduğu düzenleri “kutsal” gösterip yıkımlarını haklılaştırmıştır.

Schopenhauer ise insan doğasını temelde bencil ve doyumsuz olarak görür. Ona göre yaşamın özü “isteme”dir (irade) ve bu irade, insanı sürekli tatminsizlik ve acı içine sürükler. Bu yüzden insanlık, hiçbir zaman yetinmeyi bilmez; sürekli daha fazlasını isteyerek hem doğayı hem de birbirini tüketir.

Camus ise insanın evrende anlam arayışını “absürd” olarak tanımlar. Evren sessiz ve kayıtsızdır; buna rağmen insan kendini merkeze koyarak anlam icat eder. İşte bu icat edilen anlamların çoğu, aslında kendi vahşetini örtmek için yarattığı kılıflardan başka bir şey değildir.

Bu kılıfların en görünür olanı dindir. Din, insanın işlediği kötülükleri perdeleyip onları meşru göstermek için kullandığı bir araç haline gelmiştir. İnsanlar bu kılıf içinde kendilerini ırklara, renklere, coğrafyalara göre parçalayıp birbirlerini yok etmek için “haklı” sebepler üretmişlerdir. Böylece vahşetlerine devam etmişlerdir.

İnsan ırkına büyük anlamlar yükleyen ve insanlığı her şeyin üstünde gören anlayış, aslında farklı boyutlarda yaşayan düşüncelerin insanlıkla alay etmesinden başka bir şey değildir.

Tarihin tozlu ve kanlı sayfalarına bakıldığında, insanlığın yeryüzündeki karnesi şiddet ve yıkımla doludur. Örneklerden sadece birkaçı şunlardır:




  • M.Ö. 8.–7. yüzyıllar: Asur İmparatorluğu’nun fetihlerinde şehirlerin yerle bir edilmesi, toplu sürgünler.

  • 1096–1270: Haçlı Seferleri; Orta Doğu’da ve Anadolu’da yüzbinlerce insanın katli.

  • 1206–1227: Cengiz Han’ın istilaları; Orta Asya ve Çin’de milyonlarca insanın ölümü.

  • 1492 sonrası: Amerika kıtasının Avrupalılarca işgali; yerli halkların hastalık, savaş ve zorbalıkla büyük ölçüde yok edilmesi.

  • 1939–1945 (II. Dünya Savaşı): Nazi Soykırımı (Holokost), Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, milyonlarca sivilin ölümü.

  • Hitler dönemi: Toplama kamplarında milyonlarca Yahudi, Çingene, engelli ve muhalifin sistematik biçimde katledilmesi.

  • Stalin dönemi: Sürgünler, aç bırakma politikaları (Holodomor), Gulag kampları ve kitlesel infazlarla milyonlarca insanın ölümü.

  • Uzak Doğu: Japon İmparatorluğu’nun Çin ve Kore’de gerçekleştirdiği işgaller, Nanking Katliamı gibi savaş suçları.

  • Amerika: Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılması, Vietnam Savaşı’nda kullanılan kimyasal silahlar ve sivil katliamları.

  • İsrail: Filistin topraklarında işgaller, zorunlu göçler, sivil ölümler ve baskılar.

  • 1994: Ruanda Soykırımı; 100 gün içinde yaklaşık 800 bin insanın ölümü.

  • 1995: Srebrenitsa Katliamı; Bosna Savaşı sırasında 8 binden fazla Boşnak sivilin ölümü.

Bu liste daha da uzatılabilir; insanlık tarihinin büyük bir kısmı, yıkım ve zulümle doludur. Ruhunda taşıdığı şeytani doyumsuzluğu vahşetle tatmin edebileceğini düşünen insan, 21. yüzyılda da kanlı ve vahşet dolu bir güne uyanacaktır. İnsanların şeytani ve acımasız soğukluğunu, tıpkı tarihin farklı dönemlerinde yaşandığı gibi, çıplak bir şekilde gözlemleyeceğiz.

Yorumlar

Popüler Yayınlar